Cuma, Aralık 20

Sevdanın Geçmişine Dair...



Ben bunları eski bir türk filminde görmüştüm
Delirten bir acıyı tek başıma izlemiştim
Jilet kesiği bir soğuktu dışarı çıktığımda
nefesleriyle buz üfleyen köpekler görmüştüm
Sonradan oyuna girip ilk önce alınmanın
ne demek olduğunu önceden de biliyordum
Saçak altlarında çok saçmalardım o zamanlar
Hayli cüretkardım üstelik tek elle velesbit sürerdim
Şaşırmamam bundan işte aklımı kaybetmem
Delirmemem bundan işte çok önceden delirmiştim
Ben seni biz daha karşılaşmadan sevmiştim



Gülme lütfen şurada ciddi bir şey söylüyorum
Ben seni parklarda şarap içerken sevmiştim
Ben seni sen daha önlüklü bir çocukken
Ben seni sen daha adımı bile bilmezken
Ben seni sevmeyi ilk öğrendiğimde sevmiştim
Cüretkarlığım bundan işte daha önce de cüret etmiştim
Ben bunların hepsini çok önceden yaşamıştım
Otlar toplamıştım sana saksına fesleğenler ekmiştim
Bakma lütfen şurada bir şey itiraf ediyorum
Ben senin melek olduğunu görmeden de anlamıştım
Seninle öğrendim ben melekler nasıl sevilir
Seninle öğrendim evet ağzı dolusu küfür etmeyi
Yoktu haberin doğru ama bunun ne önemi var
Ben senin gözlerini görmeden ezberlemiştim...

Ali Lidar

Perşembe, Aralık 19

Vazgeçtim...


Vazgeçtim...
Fotoğrafçı olmaktan...
Muhtemelen olamayacaktım zaten, o yüzden yerinde bir karar oldu.

Vazgectim fotoğrafçı olmaktan çünkü, farkettimki oğlumdan 'daha'sı yok bu dünyada!
Aman yanlış anlamayın; kendini ve sevdiklerini beğenmis biri olmadım hiç
ama gözüm, gönlüm ondan başkasını görmüyor işte!

Yani siz söyleyin;
onun gülüşünden başka kimin gülüşü aydınlatabilir içimi,
'daha fazla' kim ışık saçabilir gönlüme?

Gözünden akan yaştan 'daha fazla' içimi ne acıtabilir?
Onun canının yanışından 'daha fazla' canımı ne yakabilir?

Bazen yanına uzandığımda,
uyumak için yüzünü yüzüme yaslamasından 'daha çok' içimi ne ısıtabilir?

Gözlerini ayırmadan ondan 'daha iyi' kim dinleyebilir beni, sanki anlıyormuş gibi?
O boncuk gözleriyle kim ondan 'daha ilgiyle' 'daha sevgiyle' bakabilir bana?

Moralimin bozuk olduğu zamanlarda kim küçük bir tebessümüyle herşeyi unutturabilir bana?
Şımarıklık oldugunu bile bile, başka kim istediğini yaptırabilir bana?

'Daha'sı var mı söyleyin...

Ve söyleyin, her haliyle kim ondan 'daha iyi' poz verebilir bana?
Yani söyleyin, ondan 'daha güzel' kim, ne olabilir?

Hadi ama söyleyin,
bu dünyada ondan başka kim ya da ne bana her şeyi 'daha çok' hissettirebilir?

Kısacası...
Vazgeçtim fotoğrafçı olmaktan...
Çünkü...
ANNE olmaya karar verdim!...


Bu yazıyı Tibet doğduktan 2-3 ay sonra yazmıştım. Doğumdan önce fotoğrafçılığa merak salmış, kurslara bile gitmiştim. Fotoğrafçı olacağım tabi ki yoktu ama ilgim çoktu.. Oğlumun doğumundan sonra bir sabah bu hislerle uyandım ve unutmadan deftere yazdım. Tibet'in bloğunda da var, burada da olsun istedim...

Cuma, Aralık 13

Gıcığım!

Zayıf kadınlara!


Hatun geçmiş karşıma, iki gıdım bişey, yiyor da yiyor! Önden meze, arkadan ana yemek, tatlı, kola, meyve... Ya ben?! Yazık değil mi anacım bana. Her yediğim lokmayı sayıyorum resmen ☹ Salata, salata nereye kadar?!

Yok yok, bunun bir formülü olmalı ama ne? Aklımda ne şeytani fikirler var, bilsen korkarsın. Şeytanla işbirliği yapmamak için zor tutuyorum kendimi!
Misal diyor ki;
“Al hamam terliğini çak ağzına ağzına bak bakalım bir daha karşında böyle yiyebiliyor mu?”

Ne diyordum, hah!:
“Ay tatlım yaa, ne güzelsin böylee! Ben su içsem yarıyor vallahi, keşke ben de senin gibi olsam.”


Not: Bundan sonra kendime bir gıcığım serisi hazırlamaya karar verdim. Bu da ilki ;)

Salı, Kasım 5

Güneş elbet açacak...




Don Bak Dunyaya - Pinhani



buradan açamıyorsanız bu adrese buyrun

Pazartesi, Ekim 21

Mürüvvet

Aslında bu bayram Karasu'ya hiç gitmeye niyetim yoktu... ama...

...ama... biz dayımı ikinci kez everdik, bayramın üçüncü günü...

İlk evliliğinde daha bebeydim sanırım, o yüzden ikinci evliliğine şahit olmak ilginç oldu benim için.

Ben dayıma küçükken "Adit" dermişim...
Hani "İsmail" ve "dayı"nın karışımı desem değil. Nasıl bir dil sürçmesiyse artık!

Annemler 7 kardeşler. 3 dayım, 3 teyzem var. Dayılarımın içinde Adit'imin yeri bende çok ayrı.

Dünyaya bakış açısı, hali, tavrı... ama özellikle gençlere ve çocuklara yaklaşımıyla ve büyük ihtimalle ilk görağrısı olmamdan sebep bana olan tavrıyla da tabii...

İlk evliliğinde onunla vakit geçirme şansım olmadı pek... Yengemden ötürü pek gidemezdim onlara. Pek hoşlanmazdı misafirden... Tek şansım onu Karasu'da görmek ya da onun İstanbul'a gelmesini beklemekti...

Ona olan sevgim kadar, özlemim de büyük anlayacağınız. 41 yaşında koca bir kadın olarak şimdi itiraf ediyorum ki; boşanmasına çok memnun olmuştum, bu duygumdan da utanmıyorum :)

Bu boşanma olayına sadece kendim için sevinmedim, yanlış anlaşılmasın ama içinde bencillikte var tabii... 35 yıllık dolu dolu bir özlemi giderme şansım doğmuştu artık :D

Neyse... yine konuyu uzattım :)

Mesele şu ki; bu dünyada kimseyi mutlu etmen mümkün değil. Dayımın ikinci evliliği ile ilgili kardeşler arasında memnuniyetsizlik söz konusu... Annem ve iki teyzem dışında... Büyük teyzem ve diğer iki dayımın pek hoşuna gitmedi durum...

Biri gelin adayımızın mezuniyet yılından memnun değil (dayım üniversite mezunu). Biri gelin adayımızın uzaktan akrabamızın eski eşi olmuş olmasından memnun değil (eşi öleli 13 yıl olmuş), biri tipini beğenmiyor, biri ıvırını, diğeri zıvırını...

Kimse bakmıyor ki; uzun zamandır süre giden dostlukları aşka dönmüş, birbirleri olmadan yapamaz, birbirlerini özler olmuşlar. Sevmişler kardeşim bu insanlar birbirlerini SEVMİŞLER!

Nikahları kıyılırken ikisinin de gözlerindeki pırıltıyı, etrafa yayılan heyecanlarını görmelerini isterdim. Ne yazık ki, bizden başka şahit olan olmadı... Uzun zamandır dayımı bu kadar içten gülerken görmemiştim...


Sevgili ADİTim... sen sadece sevmeye değil, sevmelere layıksın.
Umuyorum, diliyorum bu sefer gerçekten sevecek, sevilecek, mutlu olacaksın...
Gülen yüzün hiç solmasın... bir yastıkta kocayın inşallah...

Çarşamba, Ekim 9

Paris


Hani çok yüksek bir yerden aşağı bakarken, korkular yeşerir içinde.
Düşmekten değil, o boşluğun güzelliğine kapılmaktan korkarsın.
Sanki o menzile kendini bıraktığında hiç yere çakılmayacak gibi hissedersin.

Nereden mi biliyorum?

Düşüyorum ulan düşüyorum!

[Özgür Gümüşsoy // Kuş Misali]


Neredeyim ben?


Caro Emerald - Paris (Acoustic)


Perşembe, Ekim 3

Farkında bile olmadan...


Hayatın Provası Olmaz!


Kaçırdığımız sabahlara ciddi bir özür borçluyuz
beraber uyanmadığımız bütün sabahlar
bir şey eksikti vardı yeryüzünün haberi
yanımızda başka bedenler
aklımızda başka hayaller
ama aynı güneş aynı gökyüzü
ve sen büyürken kimselerin fark edemediği yerlerde
gözlerini anlamsızca dikerken en yükseklere
durmaksızın seni düşündüğümü söylemem doğru olmaz..

Ama günün başka kimselere anlamlı gelmeyen anlarında
bazen onu elli geçe mesela
bazen ikiye altı kala
çorabımın tekini ararken ya da
kaç yumurta kıracağımı düşünürken tavaya
mütemadiyen seni düşündüğümü söyleyebilirim.
Sevgilim denmez artık uzaktaki sevgiliye
sevgilim denmez çok ayıp ama sevdiğim diyebilirim
sevdiğim belli olmaz saçma sapan bir zamanda
bir çocuk gülüşünde ya da eski bir türk filminde
farkında bile olmadan aklına gelebilirim...


Pazartesi, Eylül 2

Seviyorum!

Bazen tutuyor deliliğim...

ama benim deliliğim sadece sanal alemde...

Beni sanal alem üzerinden tanıyan herkes için deli doluyum...
gerçek hayatta tanıyanlar içinse........... boşluğu onlar doldurur artık!

Dostum çok olsa da gerçek hayatta ben gibi davrandığım insanlar nadir...
Potansiyelimi tahmin edenler var gerçi, yine de o potansiyeli ortaya çıkarmak güç iş :)

Her neyse... bişii yaptım, yaptığımı anlatmak için bi ton laf ettim gene...

Şu yazıdaki yorumlardan anlayacağınız üzere ben facebookta bir grup kurdum...

ama napiim yani!

Ayıp mı arkadaşım, seviyorum suç mu?!!! :)))))

Sayfa tüm kendini deli hissedenlerin, delileri sevenlerin paylaşımına açık...
Bekleriz ;)


Pazartesi, Ağustos 12

Ya hiç farketmeseydim!?


Küçükken... hani günlük furyası vardı. kaça gidiyordum acaba, ilkokul ortaları olsa gerek...

Eh... ben de heves etmişim, almışım bir günlük...

Bugün okula gittim. Matematik, Hayat Bilgisi, bıdı bıdı dersi vardı. Okuldan geldim, parka gittim, lastik oynadım, eve geldim, yemek yedim, ödev yaptım.......

3gün... 5gün... yazdım aynı şeyleri...

sonra... HEP AYNI İŞTE!... deyip, koydum son noktayı...

İnsanların gün be gün aynı şeyleri farklı şekillerde anlatabilmesine hayran kaldım yıllarca...

ve dün neyi farkettim biliyor musunuz?

Arkadaş, blog yazıyorum lan ben! tamam her gün yazmıyorum ama... yazdığımda da yaşadıklarımı, duygularımı anlatıyorum işte... günlükten ne farkı var???!!!...

valla GÜNAYDIN olsun bana...



zaten tatilden dönmüşüm, işe güce adapte olamamışım...
çok koydu bunu farketmek... depresyondayım...

Salı, Haziran 18

Tesadüf diye bir şey yooookkkk!!!!

Sıkıntılı zamanlarımda konuşamam ben... ve yazamam da hatta... Zaten konuşmayı da yazmayı da doğru düzgün beceremezken, moralimin yerlerde olduğu zamanlarda kendimi ifade etmem iyice güçleşir.

Ama işin tuhafı, bir yanım hem yazmak ister hem de konuşmak!
Beni anladığını bildiklerime anlatırım kendimi de, iş yazmaya geldimi, yazar yazar silerim...

Yine öyle bir dönemdeyim işte... Son günlerde yaşananları yazmak, düşüncelerimi dile getirmek istiyorum ama ... beceremiyorum ...

Tek düzgünce söyleyebildiğim bu milletten adam olmaz diye düşünüp, oğlumun geleceğinden endişe ederken, yaşananların içimde yeşerttiği ümit! Umuyorum ki sonuç hepimiz için hayırlı olur.

Böyle zamanlarda tutunacak bir dal ararım çoğunlukla. Beni o sıkıntıdan uzaklaştıracak bir şey. Her gün, her gece yüreğim ağzımda haber izlemekten kendimi alamıyor olsam da... Gönlüm, kalbim parktayken... izledikçe okudukça yüreğim sıkışırken...

Bu sefer gözüm bir kitaba ilişti... "Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler"

İsmi yeter dedim başladım kitabı okumaya. Daha ilk bölümünde şu paragrafla karşılaşmış olmam, benim için "tesadüf diye bir şey yok!" düşüncesinin ispatı gibi:

"Sevgiye inanır mısın?
Benim bahsettiğim sevgi; kör gözleri açan, korkuya bile karşı çıkan, hayata mana katan, doğanın yıkım kanunlarına kafa tutan, serpilmemizi sağlayan, sınır tanımayan sevgi. İnsan ruhunun bencilliğe ve ölüme üstün gelmesinden bahsediyorum."

Kitap ne anlatıyor derseniz kısaca iki kişi arasındaki "koşulsuz sevgi"den bahsediyor, aşk'la sevmekten...

Bunun ülkemizde yaşananlarla ne alakası var derseniz; "Bir gün koşulsuzca sevebilirsek, aşkla bakabilirsek dünyaya... her şey zaten olması gerektiği gibi olacak!" diye cevap veririm...

Kitaptan alıntıların, yaşadıklarımıza ne kadar kolay uyumlayabildiğimizi göreceksiniz der, noktamı da koyarım :)

"Nitekim, hayatta felaketlerle gelen bir dönüm noktası; bildiğimiz dünyanın yok olduğu bir an olmalıdır. İki kalp atışı arasında bizi farklı birine dönüştüren bir an. Sevgilinin başka birinden boşandığını itiraf edip, ayrılmak istediği an. Ya da annemizi, babamızı, en yakın dostumuzu toprağa verdiğimiz an. Veya doktorun, kötü huylu beyin tümörümüz olduğunu söylediği an...

...Bu dönüm noktaları gerçekse, gerçekleştikleri anda farkına varır mıyız, yoksa sıçramayı çok sonradan, olayları yeniden hatırlarken mi farkederiz?...

...İnsan biriyle geçmişi dahil her şeyi paylaşmayı göze almadan, onu gerçekten sevdiğini nasıl iddia edebilir ki?...

...İtiraf, ifşaat, yanlış anda yapıldığı zaman hiçbir değeri kalmıyor. Çok erkense kaldıramıyoruz, hazır olmadığımız için değerini anlayamıyoruz. Çok geç gelirse, o fırsat kaçmış oluyor. Güvensizlik ve hayal kırıklığı çoktan büyümüş, kapı çoktan kapanmış oluyor. İki durumda da, samimiyeti artırması gereken şey sadece aradaki mesafeyi artırıyor...

...Kendisi de hayatta o kadar çok üzülmüş, o kadar çok şey görüp geçirmişti ki, sığındığı yerlere girmek için ısrar etmeye çalışmaması gerektiğini çok iyi öğrenmişti. İnsanların bu kalelerde yalnızlıklarına nasıl esir olduğunu, ölene kadar tek başlarına hapis kaldıklarını bizzat görmüştü. Zamanın tüm yaraları iyileştirmese de katlanılabilecek kadar küçülttüğünü, yıllar içinde kendisi gibi Tin Win'in de öğreneceğini umuyordu...

...hayatın kimsenin dudak bükemeyeceği bir armağan olduğunu tekrar tekrar söylemişti. Hayat, demişti U May ona, mutlulukla üzüntünün birbirine ayrılmaz bir şekilde geçmiş olduğu, bilmecelerle dolu bir hediyedir. Biri olmadan ötekini yaşamaya çalışan başarısız olmaya mahkumdur...

...Sorun gözlerde kulaklarda değil. Bizi kör sağır eden hiddettir ya da korku. Kıskançlıktır. Güvensizliktir. Korktuğunda, öfkelendiğinde dünya kasılır, şirazesinden çıkar. Hem bizim için, hem de gözleriyle görenler için. Ancak onlar bunu farketmezler. Sabırlı ol!...

...Hırsla korkunun ortak bir noktası vardır: İkisi de sınır tanımaz!...

...Bir halkın ruhu, bir gecede değişmez!...


...Müzik, bir tanrının ya da semavi bir gücün varlığına inanabilmemin tek nedenidir... Yoksa gece ruhum nasıl dinlenir?...

...Sevgi öyle farklı yüzlerle ortaya çıkar ki; hayal gücümüz bile hepsini görmeye hazırlıklı değildir...

...Kendi sevdiğimiz gibi sevilmek isteriz. Başka türlüsü bizi rahatsız eder...

...Korku körleştirir, sağırlaştırır. Öfke körleştirir, sağırlaştırır. Kıskançlık ve şüphe de öyle. Korkudan güçlü tek bir şey vardır...

...Hir bir şeyin asıl özünü gözlerle göremezsin...

...İnsanı güzel ya da çirkin yapan burnunun büyüklüğü, teninin rengi, dudaklarının ya da gözlerinin şekli değildir. Bizi sevgi güzelleştirir...


... Ölüm hayatın sonu değil, bir aşamasıdır..."


...Bir şeyi aştığımız zaman hayatımıza devam eder, o şeyi geride bırakırız...

...Her gerçek açıklanamaz. Açıklanabilen her şey de doğru değildir...


Perşembe, Mayıs 30

Huzur

Siz de son günlerde "HUZUR" arıyor musunuz?


Pazartesi, Mayıs 20

Dondurma


Hafta sonu... Çıkmışız... Her zamanki gibi yapacak başka bir şey yokmuşcasına gitmişiz bir AVM’ye...

Evde kızarmış patates yemeyen oğlum, tutturmuş burger patatesi yiyeceğim diye, oturmuşuz bir masaya... Neyseki etsever değil de, hamburger diye tutturmuyor... Teselliye bak bendeki!

Ben zaten sevmem burger hamburgerlerini... Tırtıklıyorum oğlumun ve eşimin patateslerini...
Böyle zamanlarda gayri ihtiyari incelerim çevremi...

Gözüm çapraz masaya takılıyor.

Bir çift, karşılıklı oturmuş burger menü yiyor.
Kız bir şeyler söylenerek tepsiyi çocuğun üstüne itip, dökülmesine sebep oluyor içindekilerin. Neyseki adam bitirmiş yemeğini bir şey olmuyor üstüne başına ama kıza tersleniyor “Ne yaptığını sanıyorsun!”
Kız devam ediyor söylenmeye, bir yandan da sevgilisinin düzelttiği tepsiyi tekrar üzerine itiyor...
Adam söylenerek kalkıyor ve masayı terk ediyor!
Kız arkasından “Nereye gidiyorsun?” diye bağırıyor ama adam arkasına dönüp bakmıyor bile...
Kız hemen telefonuna sarılıyor, belli ki sevgilisini arıyor ama cevap yok!

ve... dönüp hiç bir şey olmamışçasına yemeğini yemeye başlıyor.

Hem de afiyetle!


iç ses: Ne yaptığını sanıyor sence?
ben: Kendi üstünlüğünü kabul ettirmeye çalışıyor olabilir.
iç ses: Üstünlüğünü böyle mi kabul ettirecek? Üstün olsa ne olacak?
ben: Terkedilemez olacak! ama gördüğün üzere er kişi bu blöfü görmedi!
aslına bakarsan erkeğe üstülüğünü kabul ettirmekten ziyade, belki de bu ilişkide kendini kendine ispat etmeye çalışıyordur.
iç ses: Nasıl yani? 
ben: Bir şekilde ilişkisinde kendini yetersiz görüyor ve terkedilme endişesi yaşıyor olabilir. Böyle bir blöfle ilişkinin temeli sağlam mı, er kişi kendisini gerçekten seviyor mu, saçma kaprislere rağmen onun yanında durur mu diye kendi kendine bir test yapıyor olabilir. Eğer bu gidişin dönüşü olursa rahat edecek. Olmazsa zaten beklediği son şimdi gerçekleşmiş olacak. Böylece ileride yaşayacağı kadar büyük bir acıyı şimdi yaşamış olmayacak.
iç ses: Mantıksız! Bir ilişkinin temeli böyle mi sağlamlaştırılır?...
ben: Tabi ki böyle olmaz. ama belli ki EGO devrede...
Zamanla öğrenecek ego’nun sesiyle kalbinin sesini ayırt etmeyi.
yani... umarım... biz öğrendik mi sanki? tartışılır!!!
iç ses: ...... Bu kadar felsefe yeter! Açım... Beni bu tırtıklarla mı doyuracaksın?
ben: Hadi gel sana dondurma ısmarlayayım :)
iç ses: Huh! Süper fikir! Egoyu susturmanın bir yolu dondurma olabilir! :D
ben: hahahaa! egoyu sustur, kiloları doldur! :D

Salı, Mayıs 14

Ateş edecek misin?


Sıkılmıştım ben de biraz hep aynı yerde durmaktan 
yanında olmak varken hep arkanda koşmaktan 
beni bu kentte tutan boğazı değil, geçmişimdir 
sen nasıl gidiyorsun, hep merak etmişimdir.

Yarın sabah geri gelmeyecek misin 
ben mi kalkayım yoksa çayı sen demleyecek misin 
madem öyle lafı uzatmaya gerek yok 
ben mi öleyim yoksa ateş edecek misin?

Rahatsız ediyorum ama, çiçeğe su verdin mi 
evet bunun için aradım, başka ne olabilir ki. 
ha bir de, yola çıktığın zaman hangi köprüyü seçtin 
tam beş saat olmuş izmit'i yeni mi geçtin

Yarın sabah geri gelmeyecek misin 
ben mi kalkayım yoksa çayı sen demleyecek misin 
madem öyle lafı uzatmaya gerek yok 
ben mi öleyim yoksa ateş edecek misin?


Grup Yüzyüzeyken

Yeni tanıştım bu grupla... ve çok memnun oldum...

Perşembe, Mayıs 9

Var bir tuhaflık ama...

Son bir haftadır ilginç olaylar yaşıyorum.

Aklımın ucundan bile geçmezdi mesela gecenin 1.30unda asansörde kalmak.

Kızlarla buluşmuş, içmiş keyif yapmış, eve dönmüşüm.
Neyseki anahtarımı unutmuşum, eşimi arayıp kapıyı açmasını istedim. Açtı, asansörü çağırdım, bindim... Tam bizim kata gelmek üzereyken... TIK! asansör durdu, ışıklar sönüverdi...

Telefonla tekrar aradım eşimi: "Asansörde kaldım!"
Verdiği cevaba bak: "Oh! iyi oldu!"

Bununla ilgili söyleyeceklerim mevcut tabii ama sizinle paylaşmasam iyi olur kanaatindeyim ;)

Neyse, meğer elektrikler kesilmiş. Alt komşumuzla birlikte yaklaşık 30-45 dakika uğraştılar beni çıkarmak için. Asansör kapısını açan anahtar nedense bir tek benim kaldığım katı açmıyor, bozukmuş! Elektrikler geldi, bulunduklara kata çağırdılar asansörü, indim... Elektrikler yine gitti...

Şimdi Allah'ın sevdiği kulu muyum, yoksa bana bir mesaj mı vermek istedi emin olamıyorum hala!

Komşumuzun misafiri de varmış o akşam. Kadın "Ne kadar soğukkanlıydınız, ben olsam apatmanı ayağı kaldırmıştım!" dedi... Ayağa kaldırsam asansörden çıkma süremde bir azalma olmayacaktı ki... yazık, benimle birlikte apartmanı da uyutmamış olurdum işte...

Bu birincisi...

İkincisi de bir twitter vakası.

Gecenin bir yarısı bir arkadaşımız kardeşime mesaj atıyor. Twitterdaki şu kişi sen misin ablan mı diye?
Birisi benim adım, kardeşimin fotoğrafıyla hesap açmış...?! Feci kıllandım, öyle böyle değil. Bu ne demek şimdi. Kullandığı fotoğraf kardeşimin internet üzerinde sadece fotokritikte var olan bir fotoğrafı. Benim adım soyadım, üstelik evlilik soyadım! Bizi tanıyan biri mi, değil mi? Gece gözüme uyku girmedi. Ertesi gün hemen twittera maille durumu bildirdim. Ayrıca hesabı şikayet et diye buton vardı, onu da yaptım. Kardeşim de hem mail atmış, hem de şikayet butonuna basmış.

Aynı gün hesap askıya alındı çok şükür...

Kimdi, niyeydi hala merak ediyoruz orası ayrı :)

ve üçüncüsü de dün akşam oldu.

Akşam saat 22.00 civarları. Bizim bücür geçen hafta ağır ateşliydi, bu hafta da ne olur ne olmaz okula göndermiyoruz. O yüzden akşamları yarım saat, bir saat geç yatıyor. Ben bücürü yatırmaya girmişim, eşim de terasa çıkmış, kuşlarıyla, köpeğiyle ilgileniyor.

Kapı çaldı, eşim duymadığı için ben kalktım bücürün yanında açtım kapıyı. Karşımda iki tane polis.
"Daire 12 burası mı?"
"Evet, buyrun."
"Bir ihbar aldık. Aile içi şiddet vakası varmış evinizde."
"Nasıl?"
"Belki de siz aramışsınızdır!" (Bu arada içeriyi sürekli kontrol ediyorlar kafalarını uzatıp.)
"Evimizde böyle bir durum yok, ayrıca arayan da ben değilim."
"Emin misiniz? Kötü bir durum yok değil mi?" (sanırım söyleyemiyor olabileceğimden şüpheliler)
"Evet, eminim, her şey yolunda."
"Eminsiniz, öyle mi?"
"Evet, eminim."
"Peki, rahatsız ettik, kusura bakmayın."

Bu neydi şimdi?!

Neler oluyor yahu!!!

Var bir tuhaflık bu aralar ama...
Hayırlara vesile olsun inşallah :))))))

Perşembe, Nisan 18

Alengirli Şiir


Ben seni severim sevmesine de toplum buna hazır değil
Nükleer denemeler kyoto sözleşmesi küresel ısınma falan.
Belki sen çok küçüksün belki benim ruhum ölü
Biraz Nietzsche biraz Kant kafan karışmış belki
Parlıamanet'i de bozdular tutunacak dalımız mı kaldı?
Pavyonda tanıdığım bilge bir pezevenk vardı!
Kötü kitaplar okumak kötü yaşamak gibidir derdi.
İyi kitaplar okudum bir b.ka yaramadı..


Ben seni severim aslında da düzenim bozulur diye korkuyorum
Durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar
Sinemaya gitmeye ele ele tutuşmaya falan kalkarız
İşin yoksa çiçek al, saç tara, parfüm sık.
Küsmesi, barışması, ayılması, bayılması
Hatta eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması
Meyhanede tanıdığım gerzek bir filozof vardı!
Güzel kadınlar insanın ömrünü uzatır derdi.
Bir sürü güzel kadın girdi hayatıma
Hepsi a.zıma sıçtı..


Ben seni severim belki de rabbim buna hazır değil.
Her şeyin güzelini sever o ideal birliktelikler ister
Seninle benim yan yana oturacağımız çekyata
Ne ilahi adalet sığar ne de diyalektik..
İçime çöreklenmiş sığ bir sığır var benim.
Ben seni severim sevmesine de
İş çıkarmasana şimdi ne gerek var güzelim...

Ali Lidar

(Game of Thrones soundrack - Diziyi izlemenizi tavsiye ederim. Çok fantastik)

Perşembe, Nisan 11

Mutsuz

Kendiyle barışık olmayanı hemen tanırsınız. Mutsuzdur... Tatminsizdir...

İstediği bir şey olur ama o daha fazlasını ister. Ya da ne bileyim; elde ettiğinin kıymetini bilmez, kaybeder ve yine istemeye başlar onu... Yine mutsuz olur yani...

Aslında sorun istediklerinde değil, kendindedir... içten içe bilir ama bunu söylemektense hayatı suçlamak daha çok işine gelir. Çünkü eğer sorunun kendinde olduğunu kabullenirse sorumluluğunu da üstlenmesi gerekir...

Sorumluluk dediğin insanı yorar... Aslında istediklerini elde ettikten sonra onu elinde tutmanın sorumluluk gerektirdiğini farkedip onu kendi elleriyle uçurmuş bile olabilir... istemeden yapmış gibi... ve buna yürekten inanır...

Kimbilir belki de bu öyle biridir ki; mutsuzluktan besleniyordur...

Olamaz mı? Olabilir...

Pazartesi, Nisan 1

Ya sen olmasaydın

Sevdiğim pek çok şarkı var...

Evirip çevirip durmadan dinlediğim, dinlerken hayal kurduğum, keyif aldığım, söyleyenin yerine kendimi koyduğum... ama daha ilk dinlediğimde kalbime dokunanı, alıp götüreni çok azdır...

Bu şarkı alır beni... götürür yüreğime...



youtube'dan dinlemek isterseniz buraya buyrun...

Salı, Mart 12

Şarkılar yazdım

Eski şarkılar daha mı güzelmiş?
Birini dinlemeye başladım mı, dalgasına kapılıp içinden çıkamaz oluyorum...

Bazen sadece bir tanesine takılıyorum ki; böyle durumlarda kendimden korkuyorum.

Tamam, kendimle derdim bitmiyor ama bir yandan da; acaba takıntılı biri miyim ki ben?

Ama söyleyin şimdi, bu şarkı evirip çevirip dinlemeye değer değil mi?


Sisli denizler, geçit vermez dağlar
Aşılmaz sanılan o uzun yollar
Yalanlar yasaklar ve ayrılıklar
Seni benden ayıramazlar

Şarkılar yazdım söylensin diye
Ateşler yaktım görülsün diye
Anlattımsa hep seni şarkılarımda böyle
Anlatılmaya bir sen değersin diye

Pazartesi, Mart 4

peMİMhito


Pe Hito halime acıdı zaar, ben bu kadını bir mimleyeyim de, biraz hareketlensin dedi sanırsam. Baktı gördü, yazamıyorum, yazamıyorum diye çemkirdiğimi, yazmaya mazeret verdi bana :)

Şaka bir yana iyi oldu, hem uzun zamandır mimlenmemişim, iyi geldi, hem de gerçekten mimler bloğu canlı tutmaya bir bahane. Üstelik farkettim de ben mimleri sadece oğlumun bloğunda cevaplıyorum. Burasına üvey evlat muamelesi yapıyorum. Halbuki burası da öz!...

Madem öyle mim cevaplarına geçeyim artık ;)

1-En son kime yalan söyledin, neden?

İtiraf ediyorum ki; ben Tibet’e bol bol yalan söylüyorum. Bunun en büyük sebebi, gerçeği söylediğim takdirde arkasından gelecek sorulara cevap verecek bilgim ya da cesaretim olmayışı. En basit örneği “Ben nasıl doğdum?” sorusu mesela... “Karnımda büyüdün.” dedim önce, o “Peki karnına nasıl girdim?” diye sorduğunda, “Bilmiyorum ki?” diye cevap vermiştim :)

Büyük yalan! :D


2-Biz okumuyoruz farz et, kendine bir itirafta bulun.

Bu gizli bir şey değil. Ben kendini sevmeyi, kendiyle barışık olmayı başaranlardan değilimdir... Nedenini hiç bilmiyorum ama kendimi yaptıklarımdan, kararlarımdan, görüntümden, evlatlığımdan, anneliğimden, vb. dolayı fazla eleştirir ve yerden yere vururum. Belki de bundandır sürekli saçlarımla oynayışım...


3-En son severek okuduğunuz kitap hangisi?

Şu ara dizi izlemeye verdiğim için kendimi öğle aralarında artık kitap okumuyorum ama son okuduklarım arasında aklımda kalan “Tanrı tedbili kıyafet gezer.”di. Gerçekten çok severek okudum kitabı. Sonu çok etkileyici gelmemesine rağmen... ve arkadaşım diye söylemiyorum Petek'in yazdığı "İçten Konuşmalar" okunası bir kitap. Tavsiye ederim.

4-Şu an istediğin işi mi yapıyorsun?

Aslında evet... ama artık severek yaptığımı söyleyemem. Geçenlerde müşteriden gelen abuk subuk düzeltmelerin ardı arkası kesilmeyince “Para kazanmak için yaptığım iş bu mudur? Hem kazanıp, hem keyif alacağım bir iş yok mudur?!!!” diye çok sorguladım. O anda tası tarağı toplayıp “BEN GİDİYORUM ARKADAŞ!” diyebilmeyi çok istemiştim...


5-Mutlu musun?

İnsanım neticede. Bazen mutluyum, bazen mutsuz. Bazen çok tatminkarım, bazen doyumsuz... Bazen çok küçük şeylerden mutlu olabiliyorum, bazen o küçük şeyleri karşımdakinin gözüne sokasım geliyor... İdare eder diyelim ;)

6-Öleceğini bilsen, ömrünün son zamanlarını nerede, kimle geçirmek isterdin?

Oğlum yanımda olsun öncelikle... Tabi ki sonra da tüm sevdiklerim...

7-Favori şarkıcın ve şarkısı?

Sertab Erener’in sesini beğenirim. Lal albümünden bu yana severek dinlemişimdir. Son zamanlarda eski hayranlığım kalmadıysa da ses konusunda fikrim değişmedi. Son günlerde ise favorim Cem Adrian! Müthiş ve çok iddialı konuşuyorum belki ama bence ilahi bir ses!


8-Her bölümünü heyecanla takip ettiğin dizin var mı?

Şu anda Dexter’i seyrediyorum. Bugün 6. sezon bitti. Her sezon sonunda aynı şeyi düşündürüyor bana. Kesinlikle çok sevimli ama bir seri katil olarak dikkatsiz, düşüncesiz ve ona rağmen çok şanslı!


9-Keşke...?

Keşke kendime de çevremdekilere de bolluk, bereket katsam... Keşke, dokunduğumda devası olan hastalıklara şifa olsam... Keşke, kendimi akışa bırakabilsem...

10-Kötü alışkanlıkların var mı?

Çok pis surat asarım! eeeee... bi de kendimle ilgili sorunlarım var :)))

11-Sence ideal eş nasıl olmalı?

Gerçekten seven... Karşındakini olduğu gibi kabul edebilen, kendi beklentilerine göre şekillendirmeyen, sevdiğini göstermekten çekinmeyen...

Noktalar daha çok doldurulabilir...

Pe Hito’cum teşekkürler :)

Ben de paslayayım: Annemahsustan ve Anne Kaleminden... hadi dostlar, bekliyorummmm :)

Perşembe, Şubat 28

Dert ortağım benim

Son günlerde hayat çok zor geliyor blog. Kaç gündür buraya bir şeyler karalayasım var...

Son günler anneliğimi sorguladığım günler... yine... ve yeniden...

Bu bloğu açmamın sebebi bu aslında biliyor muydun? Anneliğimden yine şikayetçi olup, oğlum için yazdığım blogta döktürdüğüm bir günde, takipçi arkadaşlarımdan biri, buraya bu kadar olumsuzluk yükleme demişti. Ben de madem burada sıkıntılarım görülmek istenmiyor, en iyisi döküp saçacağım bir blog açayım demiştim... ve burası doğdu...

İşte, bugün de dökülesi bir gün...

ama ben yazdım yazdım sildim...

yine yazdım ve yine sildim...

Kısacası blog...
ileride oğlum "Ben mutlu bir çocukluk geçirdim, annem annelerin hasıdır!" der mi...

Emin değilim... :(

Salı, Şubat 19

Bugün

Oğlum çok okunmaya değer...

Bugün beni değil, onu okuyun :)

http://www.tibetdiyari.blogspot.com/2013/02/su-gibi.html

Pazartesi, Şubat 4

Ben seni sevdim


Ben senin en çok sesini sevdim
Buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi
Önce aşka çağıran,sonra dinlendiren
Bana her zaman dost, her zaman sevgili
Ben senin en çok ellerini sevdim
Bir pınar serinliğinde, küçücük ve ak pak
Nice güzellikler gördüm yeryüzünde
En güzeli bir sabah ellerinle uyanmak
Ben senin en çok gözlerini sevdim
Kâh çocukça mavi, kâh inadına yeşil
Aydınlıklar, esenlikler, mutluluklar
Hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil
Ben senin en çok gülüşünü sevdim
Sevindiren, içimde umut çiçekleri açtıran
Unutturur bana birden acıları, güçlükleri
Dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman
Ben senin en çok davranışlarını sevdim
Güçsüze merhametini, zalime direnişini
Haksızlıklar, zorbalıklar karşısında
Vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişini
Ben senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim
Tüm çocuklara kanat geren anneliğini
Nice sevgilerin bir pula satıldığı bir dünyada
Sensin, her şeyin üstünde tutan sevdiğini
Ben senin en çok bana yansımanı sevdim
Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni
Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim
Ben seni sevdim, ben seni sevdim, ben seni...

Ümit Yaşar Oğuzcan

Cuma, Şubat 1

önce ben!


Burcumun insanıyım ben sanırım...

İkizler burcuyum işte. Bir öyle bir böyle...

Şunu belirtmek isterim ki; bizim burç sanıldığı gibi kararsız ve dengesiz değildir. En büyük sorunumuz karar verme sürecimiz... Zaman alıyor biraz. Sanırım garanticilikten... Bu aşamada yakınımızda olan da sanır ki çok kararsızız, çok dengesiziz... alakası yok!!!

Ama şu konuda hak verebilirim; kendimizi sevmek konusunda pek başarılı olduğumuz söylenemez...

Misal ben sabah kendimle çok barışıktım ama biraz önce kilo verme aşamalarımın fotoğraflarına baktım, en zayıf olduğum dönemi çok beğendim, o yüzden şimdi kendime küsmüş vaziyetteyim...

Sonuç:

Gidip bir şeyler yesem hiç fena olmayacak!...

Perşembe, Ocak 31

Hımk!

Burayı boş mu bırakmışım ben!!!

Cuma, Ocak 4

Yazmak mı, yazmamak mı?

Tam da bir önceki yazımda kendime söz vermişken "Bir daha cümle kuramıyorum demeyeceğim!" diye, bir firmanın bloğunda yazarlık teklifi almam, evrenin gözüme gözüme sokması mıdır kelimeleri acaba?...


Ne diye dua etmiştim, hatırlatayım kendime:
"Allah'ım artık senden gelen her fırsata açığım... Lütfen sunduğun fırsatları görmemi ve o fırsatları değerlendirmem için gereken cesareti bulmamı sağla... lütfen..."

Şimdi CESARET zamanı... ve ...şükretmeyi unutma Sibel! unutmaaa!!!

Şükürler olsun!...

görsel internetten alıntıdır...

Çarşamba, Ocak 2

Söz!

Yeni yılın ilk gününden bir gün önce, eski yılın son günü, işler izin verdi... Bu bloğumu geriye dönük, ilk yazısına kadar okudum...

Şöyle dışarıdan bir baktım da yazdıklarıma; neredeyse 5 yazıda bir "cümle kuramamak"tan, "kelimeleri bir araya getirip, derdimi anlatamamak"tan bahsedip durmuşum...

Halbuki, bazı yazılarımda öyle güzel anlatmışım ki kendimi;
kendime şaştım!

Bir daha cümle kuramamaktan bahsetmeyeceğim!

Valla bak! SÖZÜM SÖZ!