Cuma, Aralık 28

Hınç!

ikinci oldu bu...

ilkinde kendi kaşı yarılmıştı ama karşısındakinin de burnu kırılmıştı...

bu sefer iki eliyle kavrayıp,
sinek gibi yapıştırdı karşısındakini ama vurmadı...

gözlerinden çıkan yeterdi zaten, canını yakmasa da olurdu...

anladım; gözlerinden çıkanın asıl hedefinin BEN olduğumu...

üstüne bir şey söylemesine gerek yoktu...

Cuma, Aralık 21

Tarifi zor


Aslına bakarsan tam olarak hislerim ne ben de bilmiyorum.

Sıkıntılı zamanlarda -ki bu sıkıntılı dönem sadece beni değil, bizi ilgilendiriyorken- en çok destek vermesi gereken kişinin sana destek vermeyişinin uzantısı kırgınlık...
onun süregetirdiği de tükenmişlik hissi...

en yakın tarifi bu sanırım...

bu zamanla çözülecek bir şey değil, biliyorum...

ama belki bu sefer de, her zaman yaptığım gibi unuturum...


Salı, Aralık 4

Sen hep böyle kal...

Eğer sorsaydınız, bu tarzı sevmem derdim...

Titrek bir erkek sesi, aynı tonlarda devam eden, monoton bir müzik...

ama öyle değil işte...

Bu adamda beni alıp götüren bir şeyler var...

İlahi bir şeyler...
Evet... tam da bu! İlahi bir şeyler!!!


Ansızın çalınca yine kapın
Tanırsın sesini, tanırsın sessizliği
Ansızın soğuyunca avuçların
Tutarsın elini, özlersin ellerimi
Ve zaman öperken alnından
Okşarken yüzünü, söylerken son sözünü
Bazen böyle olur, bazen konuşamazsın
Kayar ellerinden aşk, onu tutamazsın

Sen hep böyle kal
Böyle kal ki kalbim eğilsin önünde, avunsun sesinle
Sen hep böyle kal
Böyle kal ki dünya utansın önünde, övünsün seninle
Sen hep böyle kal
Ne kadar büyütsen de, kimleri sevsen de, nereye gitsen de
Sen hep böyle kal
Hep böyle kal, sakın hiç kirlenme, sakın hiç kirlenme
Sen hep böyle kal

Kapılarına dayanan tüm karanlığı beyazlara boyadım sen korkarsın diye
Dallarına diktim dökülen yaprakları sen sonbaharı sevmezsin diye
Gökyüzüne yıldızlar çizdim sana, yeryüzüne umutlar
Geceleri düşler bıraktım, sabahlarına aydınlıklar

Yağmur aşık kelebekler, ateşe aşık pervaneler gibi
Yana yana, döne döne, savrula savrula
Çok yüksekten uçtum ben
Çok yüksekten uçtum ben
Çok yüksekten düştüm ben

Cuma, Kasım 30

Günaydın


Günaydın,
Saçları kıvır kıvır,
Kalbi kıpır kıpır,
Düşleri çıtır çıtır kız.
Bu güzel güz günü,
Güzel yüzünü güldürsün.
Günaydın...

Cuma, Kasım 16

Rüya




Boynumdan yukarısı bulutların üstünde...
Öyle havada asılı mıyım, bir yerde duruyor muyum bilmiyorum...

Eğilip; bir bulutların üstüne, bir bulutların altına bakıyorum...

Bulutların altı, bildiğin yaşam işte! ama üstü... cennet olmalı...

doğaüstü... tanımlanamaz, anlatılamaz...

oraya baktıkça öyle bir çoşku, öyle bir mutluluk doluyor ki içime...
taşıyor benden!

ve anlıyorum...

burası bu dünyada gelmeye çalıştığımız nokta, yer, durak... artık sen ne isim veriyorsan...

ve başlıyorum ağlamaya...
henüz bu yaşamımda oraya ulaşamayacağımı anladığımdan...

Tam bunları yazarken kulağımda çalan...

Not: Fotoğraf "What dreams may come" filminin en sevdiğim sahnesi.
Bu sahnede Annie, ölen eşinin ardından yarım bıraktığı resmi tamamlamaya çalışıyor. Eşi de bu esnada cennetten onu izliyor. Fakat Annie o kadar tükenmiştir ki; resmi tamamlamaktansa ağacı ağlatmayı tercih ediyor... Yazarken bile tüylerim diken diken oldu... Seyretmediyseniz, mutlaka ama mutlaka seyredin derim...

Çarşamba, Kasım 14

G...


Günlerden sabah buğusu,
Geçmiş salıdan kalan.
Gözlerimi açıyorum,
Geriniyorum ve
Göğüs geriyorum yeni güne.
Gök gürültüyle ağlıyor,
Gözlerini kaçırdığın güne.
Girift bir yalnızlık baş ucumda,
Gittiğin yerden gülümsemekte.
Garip, hem de çok garip.
Geldiğini görüyorum ya pencereden,
Gökler gözyaşlarını silmekte.

Burak Özgün

Salı, Kasım 13

Tekrar


- Anneee, çok çişim geldiii!!!

Poposunu attıra attıra tuvalete koşan oğlumun arkasından bakarken, tutamadım kendimi, koyverdim kahkahamı...
Onun bu hali hep güldürüyor beni. Zaten o da bunu bildiği için her seferinde aynı şekilde koşturuyor tuvalete, ben güleyim diye...

Beni güldürmek için...

Geçenlerde kurduğu bir cümle geliyor aklıma:
“Annecim, ben seni hiç kırar mıyım?”

Beni güldürmeye çalışan, beni kırmak istemeyen bir erkek var hayatımda!
Biliyorum kırmayacağını... isteyerek yapmayacağını...

Bak yine gülüyorum!...


Aşk işte!

Hep böyle başlar aslında aşk dediğin...
Önce her şeyi mükemmel gelir, sanırsın ki; onun gibisi yok...
Sonra yavaş yavaş onun da diğerleri gibi sıradan biri olduğunun farkına varırsın...
Daha sonra aslında ondan “daha”larının olduğunu görmeye başlar ve “Neden olmasın?” deyip, başkasına yönlendirirsin ilgini, sevgini...

Bundan sonrası artık şans işi...
İyi ki yapmışım!” demen de mümkün, “Eyvah! Ben ne yaptım?!” demen de...

Nereden geldi evlattan buraya şimdi konu dersen...

Senin için çocuğundan daha büyük aşk hiç olmayacak ama onun için bu saydıklarım yaşanmayacak mı zamanla???

Yaşam dediğin farklı zamanlarda, farklı kişilerle yaşanan tekrar aslında...

Perşembe, Kasım 1

Geçer bunlar!...


çok üzgünüm...
ama ben küsenin neden küstüğünü bilmek isterim.
varsa bir yanlışım tekrar etmemek adına.
oysaki genelde sessizce küsülür bana!
önce ses tonu buz kesilir,
sonra selam sabah...
öylece kalırım...
ne desem, ne sorsam boşlukta sallanır.
bana da arkamı dönüp gitmek kalır.

Pazartesi, Ekim 22

Serenad

"Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına ama unutma ki; iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık, kiminin ki aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi!
Dünyanın kötü olduğunu düşünüp küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama! Kendini koru kızım, insanlara karşı kendini koru!"

Maya'nın babaannesi (Zülfü Livaneli - Serenad)

Pazartesi, Ekim 15

Vazgeçiş


Beklemek daha kolaydır bazen harekete geçmekten... 
Ve bazen daha da iyi gelir insana... 
Gözlemlemek için, sakinleşmek için, muhakeme etmek için birebirdir... 
Bazen; bekleyerek daha kolay vazgeçilir...

Yazı da, fotoğrafta bana aittir...

Güven

İnsanlara güven vermeyen bir yanım var sanırım...

Bu konuyla ilgili geçmişten gelen en net anım sanırım 18 yaş civarında yaşadığım bir olay olsa gerek (yoksa 20li yaşlarım mıydı? hatırladığıma göre...)

Uzun süredir bana ilgisi olan, benim arkadaş olarak çok sevdiğim ama onun ilgisine karşılık vermediğim bir zat, ortak arkadaş grubumuza onlarla sadece çıkar ilişkim olduğunu, evden çıkabilmek için onları kullandığımı yoksa bir nebze olsun onlara sevgim olmadığını söylemişti, sırf beni incitmek için. Sonucunda başarılı da oldu. Beni çocukluğumdan beri, onu ise sadece bir yıldır tanıyan bu insanlar beni bir kalemde silip attılar... Biri hariç... O biri hala hayatımda ve bugün bile "eğer abim olsa onun gibi olur!" dediğim insandır. Cumhur Abi bana "Ben onun dediklerine kesinlikle inanmıyorum, ama bunun yalan olduğunu senden duymadan da rahat edemem!" demiş, konuşmamızın sonucunda diğer zatı hayatından bir kalemde silip atmıştır...

Bu olayın beni nasıl sarstığını sanırım anlatmama gerek yok...

Bazen bazı olaylar uzaktan farklı görünür ve biz karşımızdaki kişi hakkında çok yanlış hükümler verebiliriz. İşin acı olan tarafı bu verdiğimiz hükme körü körüne inanmamız ve suçladığımız kişinin kendini savunmasına izin vermeyişimizdir...

Bu durumu sık sık yaşıyorum... Nedenini kendime çok soruyorum...

Henüz bir cevap bulamadım ama bir gün konuyla ilgili elbet ayacağım...

Şimdilik konudan uzaklaşıp, kendimi biraz akışa bıraksam iyi olacak ;)



Bu şarkı iyi gelir...


Perşembe, Ekim 11

Can sıkıntısından

Aslında işim çok ama...
Böyle nefes aldım galiba?

Yalnız karar veremiyorum.
Başımın üstüne hare mi yapsam,
yoksa iki boynuz ve arkadan uzanan kuyruk mu?


Sizce :)

Son günlerde sürekli dinlemedeyim...




Salı, Ekim 2

Feyskup

Çok facebook hareketlisi biriyim.
İşim başımdan aşkın olsa bile, arkadaşlarım gibi nefes almaya dışarı çıkmam, facebookumu açarım hemen, ne olmuş, ne bitmiş, kim ne demiş...
Artık arkadaşlarıma telefon bile açmıyorum, facebook üzerinden sohbet ediyorum... Valla bak!

Sürekli şarkılar, resimler, fotoğraflar, içimdekiler, dışımdakiler paylaşımdayım.
O kadar paylaşımcıyım ki; geçenlerde yeni denediğim bir ojeyi fotoğraflarken, annemden şöyle bir tepki aldım: "Kızım deli misin? Ellerini çekip çekip, paylaşıyorsun orda burda!"


Bir yandan bu çok hoşuma gitse de, bir yandan da "Millete ne yani, senin düşüncelerinden, sıkıntılarından, sevinçlerinden, dinlediklerinden, seyrettiklerinden!" diye veryansın ediyorum kendime...

Ama duruyor muyum? Hayır...

Hani alışmış, kudurmuş misali sanırım benimki...

Beni böyle sevin!

1- Instagram'a da el attım, hadi hayırlısı...
2- Feyskup = Tibet'in dilinde Facebook demektir.

Perşembe, Eylül 6

AKIŞ


Sevgili meleklerim,
Ben artık akışta olmaya niyet ediyorum!
Bilerek ya da bilmeden kendime engel oldugum tüm durumların şifalanmasını ve göz açıp kapayıncaya kadar kısa sure içinde çözülmesini istiyorum!
Deneyimlediğim yaşam derslerim icin şükürler olsun! Hepsini seviyorum! Onlardaki hayrı kolayca görebilmek için sizden yardım istiyorum!
İlahi olanın sonsuz ve sınırsız maddi ve manevi bereketine kendimi sevgiyle açıyor ve hayatıma akmalarına izin veriyorum!
Artık yaşamım sevgiyle akıyor, kolay ve keyifle devam ediyor!
Öyle de oldu!



Perşembe, Ağustos 16

Beybi!

Seviyorum sizi be!
Bundan sonraki her yaşgünümüzü birlikte kutlayalım inşallah!


İyi ki doğdun beybiloy!

Perşembe, Ağustos 2

Seviyor... Sevmiyor...

Son günlerde çokça çıkıyor önüme...

Hazetmediğim birine övgü dolu sözler...

Bunu gördüğüm zaman "bir insan iyiyse iyidir, kötüyse kötü!" tezi otomatik çürüyor nazarımda. Çünkü bu tez doğru olsa kimsenin hazetmemesi gerekirdi o kişiden...

Sonra mesela benden hazetmeyenler... Ben kötü biri miyim?
Bunu kendime soruyorsam eğer "hayır!
iyi olmaya çalışan biriyim ama kesinlikle "kötü" olmayan biriyim ben...
Beni sevenlere soruyorsam eğer, muhakkak ki "arızalarım" olduğunu ama kesinlikle kötü olmadığımı söyleyeceklerdir.

O zaman bir de benden hazetmeyene soralım:
"Sibel kötü biri mi?"
"Iyyyykkk! Hiç sevmem onu, hiç hazetmiyorum kendisinden!"

Şimdi soruyorum hem kendime, hem size:
İyi ya da kötü gerçekten var mı?


Salı, Temmuz 24

Kırdım!

Bildiğin okulu kırar gibi, işi, evi kırdım...

İşten mecburen izin aldım bir günlüğüne ama evdekilere bir şey söylemeden işe gider gibi çıktım...
Kendime bir gün çaldım...

Önce güzel bir yerde kahvaltı ettim, kitap okudum...
Sonra güzel bir yerde kahve içtim, kitap okudum...
Oradan arkadaşlarımın yaşgünü hediyesi olan masajı yaptırdım...

1 saatttt!
Harikaydı... Tek kelimeyle mükemmeldi...
İnsanın muhakkak "yaptım" diyeceği şeylerden biri bence masaj!

Çıktım...
Önce sinemaya gideyim dedim...
Nereye gideceğime karar veremeyip, alışkanlıktan Ortaköy'e geldim...

Önce Mado'da dondurma yedim,
arkasından şehir hatları vapuruyla Boğaz Turu'na çıktım...

Makinama güzel kareleri, ciğerlerime temiz havayı doldurdum...
Gözlerim güzel manzaraya, bulutlara, denize doydu...



Keyifle indim vapurdan...
Keyfimi katlamak için bir kahve içtim, yanında kekle...

ve eve döndüm...

İçimde tarifi imkansız bir dinginlikle...

Cuma, Temmuz 13

Geçmişe dalış 2 ve karmaşık sarmaşık...


Yine yazasım var ama yazacak cümlelerim yok! Neyse benim de bu cümlelerle derdim bilmem!? yazsana sen kardeşim, olduğu kadar! Bu blog burada niye var?!!!

Metin yazarı arkadaşlarımın başına ekşiyorum son günlerde, bana yazmayı öğretin diye. Onlar yazabildiğimi iddaa ediyorlar ama ben nedense tatmin olmuyorum yazdıklarımdan... İstiyorum işte, kafamdan geçenleri, şöyle edebi bir dille buralara dökmeyi. Açık açık yazmayayım ama okuyan anlasın beni...

************************

Geçmiş dipsiz bir kuyu gibi... Karanlık ve soğuk. Aşağılara indikçe karşıma çıkanlar nedense hep olumsuz. Sanki geçmişte hiç mutlu olmamışım gibi, anılar buruk...

************************

Arada küçük hatıralar var yine de... mesela ilkokulda bir arkadaşımla güreşiyoruz... erkek... ben yeniyorum onu... o şaşkın... bütün mesele benim her akşam babamla güreş yapmamda. idmanlıyım yani. düşünüyorum “acaba babam bana özellikle mi yeniliyor, yoksa ben onu gerçekten yeniyor muyum?”... bundan bugün bile emin değilim...


************************


Her akşam yer yatağı atıyorum yere ve atlayıp duruyorum: “Veeee... şimdi Nadia Komanachi atlayışını yapacak sayın seyircilerrrr!”


************************


Hangi çocuk yapmamıştır ki; kapıya tırmanmışım... annem avaz avaz “düşeceksin, in aşağı çabuk!” diye bağırıyor... elinde terlik var mıydı acaba? hatırlayamadım...


************************


Piyerloti’deki evdeyiz. Annemi kızdırmışım... Tuvalete girmek üzere... Nasılsa tuvalete girdi diye dönüp dil çıkartıyorum... Meğer girmemiş daha... Annemin gözlerinin döndüğünü gördüm! Teyzemin arkasına saklandım... yemedim dayak... ama teyzem... zavallı teyzem... çimdiklerden fena nasibini aldı!


************************


İlkokuldayım, sanırım üçüncü sınıf... Müfettiş gelmiş. Yazın bakalım diyor “İstanbul’un havası çok güzeldir.” Apostrofu özellikle koymuyorum. çünkü biliyorum ki; sınıfta bir ya da iki kişi dışında kimse koymayacak. ayrışmak istemiyorum... haklı çıktım... sınıfta sadece bir kişi koydu apostrofu...


Devam eder miyim, etmeli miyim daha bilmiyorum geçmişi deşmeye...
Asıl aradığımı bulamadım hala!...

Salı, Temmuz 10

Tek Kelime Mim'i

Mimlendim! Hem de bir erkek blogger tarafından! :)))

Mim konusu şöyle ki; sizi mimleyen bloggerı tek kelimeyle anlatacaksınız. Sonra da sizi tek kelimeyle anlatması için başka bir bloggerı mimleyeceksiniz.

Zihnin Arka Sokakları bunu "Kulağa hoş geliyor." diyerek nitelendirmiş ama ben korkutucu buldum, ya mimleyeceğim kişi beni tanımlayacak güzel bir kelime bulamazsa :))))

Gelelim Zihnin Arka Sokakları için ben nasıl bir kelime bulmuşum;
"O bir 'hijyen takıntılı boğa!" :)

Kendisine neden bu yakıştırmayı yaptığımı şu yazısından anlayacaksınız!
(fena deşifre ettim seni :D)




Eveettt! Ben de Gülçin'i mimliyorum.

Hadi bakalımmmm, böylece bu bloğumun ilk mimini de yapmış oldum, hadi hayırlı olsun :)))

Salı, Haziran 26

Geçmişe dalış 1


Şehnaz kitabın bir yerinde diyor ki; “Kişinin kendini sevebilmesi, kendine güvenmesi, şahane bir varlık olduğuna gönlünce inanabilmesi için geçmişini çözmesi ve ne olursa olsun kabullenmesi gerektiğini düşünüyorum.” ve alıyor eline eski usül bir teybi, koyuyor içine kasedi ve başlıyor kendini anlatmaya. Anlattıkça çözülüyor, çözüldükçe anlatıyor. Anlattıkça içinde gizli kalmışları, rahatlıyor. Anlattıkça kendinde neler yara bırakmış, nasıl izleri kalmış farkediyor...
Eskilere gidiyor, 8 yaşında ilk tacizine kadar hem de...

Ben de aynı onun gibi düşünüyorum.
Geçmişim çukurda benim. O kadar dibe düşmüşkü üstelik, ne kadar uzanmaya çalışırsam çalışayım, tutamıyorum bir yerinden...
Ben de yapsam Şehnaz gibi dedim okudukça... bir teyp bulamam ama bloğum var yazabilirim.
Belki ben de deşersem kendimi, bulurum önümü kesenleri...

Yapabilir miyim bilemedim önce. Ne de olsa ben, büyük ihtimalle bende en derin yarayı açmış o olayı silmek için; öncesini de sildim neredeyse. Fazlasıyla puslu hatıralar geride...

Biraz kurcaladım hafızamı ve bahsettiğim travmadan kısa bir süre öncesinde, bazı tatsız hatıralarıma rastladım. Şehnaz’ın ilk bahsettiği hatıra olduğundan mıdır nedir, benim ilk bulduğum hatıramda da taciz var...


Her ne kadar reklam camiasında olsam da, ticaret lisesi bitirmiş, muhasebe kökenliyimdir. Hepsinde olduğu gibi bizimde 2. sınıfta stajımız başlıyordu ve doğal olarak benim de bir yerde işe başlamam gerekiyordu.

Babamın çalıştığı firmanın muhasebecisinin bir arkadaşının yanında staj ayarlandı ama onun firmasının yeni yeri açılana kadar firma muhasebecisinin yanında çalışmam gerekecekti. Kendisine kısaca MUZO abi diyelim... Yaklaşık iki ay kadar sanırım, çok net hatırlayamıyorum zamanını Muzo abinin yanında staj gördüm. Bu süre zarfında Muzo abinin bol bol tacizine maruz kaldım. Kendisi bana sarılır, benim de ona sarılmamı ister ve ve bol bol okşardı beni...

Kendime güvensizliğim belki de buradan geliyordur. Neticede 15-16 yaşlarında eşek kadar bir kızım o zamanlar. Niye itiraz etmemişim ki?! Bunu babama söylersem, babamın katil olacağını düşündüğümü hatırlıyorum. Babam sakin bir adamdır ama kökeni pek parlak sayılmaz. Sülalesinin geçmişi namlıdır. Gözü döndümü neye dönüşeceğini kimse kestiremez, üstelik babamın, biz görmedik ama vardır ilginç! hikayeleri...

Galiba ben oralarda bir yerde kendime saygımı yitirdim. Muzo abiye dur demediğim, diyemediğim ya da her neyse için...
Olabilir...

Neyseki diğer büro açıldı da oraya geçiş yaptım. Çok rahatladığımı hatırlıyorum.
Asil ortak Haluk Abi ile tanıştım orada. Bugünkü bende Haluk Abi’nin katkısı çoktur. Hayrandım ona. Entellektüel, güler yüzlü, işinin ehli, çalışanlarına karşı nazik, pozitif, aile babası...

Haluk Abi her sabah o gelmeden Cumhuriyet Gazetesi’ni okumamı ister, o gelince bugünkü sabah haberleri misali özet geçmemi isterdi. Bazı haberlerle ilgili  fikrimi sorar ve beyan ettiğim fikrimi sorgulardı, boş mu konuşmuşum dolu mu anlamak için :)

Her hafta bir kitap okumamı, o kitabın özetini hafta başında anlatmamı, aynı gazete haberlerindeki gibi kitapla ilgili fikirlerimi öğrenmek isterdi.

Aslında ben Haluk Abi’nin yanında muhasebe stajı değil, hayat stajı yaptım sanırım. Bendeki araştırmacı kişilik Haluk Abi'den bana yadigar.
Geriye dönüp baktığım zaman hala daha Haluk Abi’nin yerinin ayrıcalıklı olduğunu görüyorum. Üstelik bendeki imajını eşini, en yakın arkadaşının eşiyle aldatarak yerle bir etmiş olmasına rağmen...

Erkeklere (ya da aslında AŞK'a mı acaba) olan inancım burada ciddi bir sekteye uğramış olabilir... Kimbilir...

.....

Evet... sanırım tıkandım :)
sonra devam ederim ;)

Görsel internetten alıntıdır.

Pazartesi, Haziran 25

Benim için


Bugüne kadar pek çok kitap okudum.
Okuyupta sevdiğim her kitapta ya kahramanının yerine koymuşumdur kendimi ya da heyecanını paylaşmışımdır bir şekilde....
Kendimi bulduklarım, ben de olsam böyle yapardım dediklerim ya da tam tersi düşündüklerim, bazen hiç yorumsuz, en fazla bir dış sesinki kadar heyecanla okuduğum kitaplar olmuştur... “3 günde bitmeyen kitap, beni sarmamıştır, okumaya değmez!” yasam sayesinde bir köşeye koyduklarımda oldu tabii...

Neredeyse Tibet’e hamile kaldığımdan bu yana, kitap sevdam ciddi bir sekteye uğradı. Hem çalışıp, hem annelik yapıp, hem kendine zaman ayırıp, üstüne kitapta okuyanları uzaktan kıskandım ne yalan söyleyeyim. Bu süre zarfında araya sıkıştırdığım kitaplar oldu tabi ama sanırım Tibet’in yaşıyla sınırlıdır.

Bu ayın başında kutlu 40 yaşıma girdim.
Benim için önemli bir yaş. “Neden?” diye sormayın, inanın bilmiyorum. Tek bildiğim onu hevesle beklediğim. Allah’tan bu yaşımda bir mucize bekliyorum belki de, kimbilir? Göreceğim elbet herneyse beklediğim.

En yakın arkadaşım, benim bu çoşkumu bildiği için aldığı hediyenin yanına bir de kitap sıkıştırmış: “Bayılmışım... kendime geldiğimde 40 yaşındaydım.”


Nasıl becerdiysem Cumartesi günü okumaya başladım. Tibet’le küçük bir anlaşma yapmam gerekti kitabı okuyabilmem için. İtiraf etmeliyim ki bücür anlaşmaya elinden geldiğince uymaya çalıştı ama günün yarısını onu gezdirmekle geçirdiğimi düşünürsek, nasıl bir açlıkla, nasıl bir hevesle, nasıl bir keyifle okuduysam gece 00.30’da bitirdim kitabı.

Kitabın kahramanı Şehnaz ve benim hayatımız hiçte aynı değil ama hayatımda ilk defa “kendimi” okudum ben bu kitapta. Yaşayışlarımız, yaşadıklarımız farklı ama duygularımız bire bir aynı... Kitap okudukça bana ayna tuttu sanki...

Bir çok kitabı okurken veya bitirdikten sonra ağlamışlığım vardır ama ilk defa bu kitapla “kendim için” ağladım...

Sessizce ama dolu dolu...
Bu kadar sessizlikle yastığı bu kadar ıslattığım olmamıştı hiç...

Ağladım uzunca bir süre...

Pişman olduklarıma.
Yapmak isteyip, yapamadıklarıma.
Cesaretsizliğime.
Korkaklığıma.
Beceremediklerime.
Güçsüzlüğüme...

Ama en çok da “farkında olduğum halde, değiştiremeyeceklerime”...

Ağladım...
dolu dolu ama sessizce...

Bu kitap bana daha çok şey yazdıracak görünüşe göre...

Çarşamba, Haziran 13

Kelimeler eksik, cümle tamamlanmamış...

Geriye dönüp yazdıklarımı okudum biraz... Hemen hemen hep aynı şeyleri yazmışım... Çoğunlukla yazmak isteyip te yazamadıklarımdan, onları dile getirecek kelimeleri yan yana koyup, cümle kuramamaktan bahsetmişim.

Hayat tanımım bu mu benim?

Kelimeler düzgün yan yana gelmeli ki; cümle kurulsun...



Önce şunu kabul etmeliyim:
Kelimelerin düzgünce yan yana gelmediği,
devrik cümleler de var bu hayatta... 

Cuma, Mayıs 4

Vazgeçiş... mi?....

O kadar çok kendimizden vazgeçmişiz ki...
Ama bir o kadar da benciliz ki...

Sırf sonrasında alacağımız kötü tepkiler bizi huzursuz etmesin diye
yapmak istediklerimizden vazgeçiyoruz... Sevdiklerimizi üzmek uğruna...

Kendi istediğimizden vazgeçmek... ironik...
Bunun uğruna...
Sevdiklerimizi üzmek... bencillik...

Bu durum üzerine aklımda tek bir cümle dolaşıyor... sürekli...

"İki ucu boklu değnek!"

Çarşamba, Mayıs 2

Canım yalnızca sevmek istiyor seni


Canım yanlızca sevmek istiyor seni.. öncesini ve sonrasını düşünerek değil, alışılmış bir tören gibi hiç değil.. Dokunmadan, gözlerine bile bakmadan, konuşmadan.

Unutup, tekrar hatırladığım ve çok sevdiğim bir şarkıyı hiç bıkmadan defalara ara vermeden içten içe mırıldanıp zamandan koparıp alır gibi.. Sevmek istiyorum seni ..

Saçlarını yüzünden ayırıp
Gözlerini kirpiklerinden
Ellerini bileklerinden
İsmini bedeninden ayırıp
Ayrı ayrı bir evin odalarını gezer gibi..
Keşfeder gibi.. Sevmek istiyorum seni..

İlk kez merakla ve hayranlıkla, kırmızının detayında dakikalarca takılıp bakar gibi..

Sevdiğim hiçbir eşyayı yanıma almadan çıkar gibi
Süregelen bir sevgiyle değil !
Öğretilmemiş.. bilmediğimiz biçimlerde.
Kuşların kanatlarını açıp özgürlüğe süzülmesine yarayan içgüdüleriyle..
İçimden geldiği gibi canım... Sadece sevmek istiyorum seni..

Bir yaz günü tenine vuran sıcaklığı gibi güneşin
serin bir akşamın denizden esen rüzgarıyla içine işlediği yosun kokuları gibi..
anlatamadığın ama bırakmak istemediğin bitmesini hiç istemediğin bir hisle..

Canım yanlızca sevmek istiyor seni..
Ne umut etmek, Ne beklemek
HİÇBİRŞEY
Sadece Sevmek istiyorum seni...

Sunay Akın

Çarşamba, Nisan 18

Salı, Nisan 10

4+4+4

Büyüyoruz...

Bugün itibariyle resmi olarak artık 8 yaşındayız.
Bir 4'te öncesi var, eder sana 12...

Düştük, kalktık, yine düştük, bir daha kalktık....
düşe kalka ayakta durmayı öğrendik...

Aynı çocuklar gibi....

Bazen birimiz düşenin elinden tutmayı bile unuttu...
O derece çocuktuk ... 

o derece çocuğuz bazen...
... hâlâ ...

o kadar çocuğuz ki aslında;
küslüklerimiz bile çocuklar gibi...

dağ dağa küsmüş, dağın haberi olmamış misali...

barışmalarımız da öyle...
sanki hiç bir şey olmamış gibi...

yine de devirdik işte 8 seneyi...

büyüyoruz...

aynı çocuklar gibi...

Perşembe, Nisan 5

Özlem

Özlenmek istiyorum...

Ama yürekten... içten...

O özlemin sıcaklığını hissetmek,
sadece kelimelerde, sarılan kollarda değil;
gözlerde de görmek istiyorum...

Olmaz mı?

Cuma, Mart 23

Kırgınlık...

Bugün Tibet'imin bloğuna birşeyler yazacaktım...

Vazgeçtim...

Düşüncelerini dile getirememek, dile getirmekten çekinmek çok can sıkıcı.

Kendimi incinmiş hissediyorum... ve...

Böyle anlarda kimliksiz olmak istiyorum!!!

Salı, Mart 13

Adalet

İnsansız adalet olmaz 
Adaletsiz insan olur mu? 
Olur, olmaz olur mu! 
Ama, olmaz olsun !

(Özdemir ASAF)

Perşembe, Mart 8

Günümüz kutlu olsun!


Bir kadın çocuktur aslında..
Çocuk gibi davranmayı sever.
Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini de ister.
Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak okşamalıdır erkek kadını.
Ama her kadın çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister.
Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz,
ama asla onu bir Çocuk olarak görmeyeceksiniz.

Bir kadın güçlüdür aslında.
Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür.
Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez.
İster ki Erkeğin gücü kendisine huzur versin.
Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile Erkeğin yapmasını bekler.
Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de
erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir.
Ancak kadın gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz.
Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.

Bir kadın sevgilidir aslında.
İçinde her zaman sevgiyi taşır.
Sevdiklerinden kolay kolay ayrılamaz. Sevdiklerini kolay kolay kıramaz.
Zor sever ama tam sever.
Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için
yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir.
Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız.
Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz.
Ancak beyninde yer etmemişseniz her an terk edilebilirsiniz.
Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette.
Bunun nedeni ise engelleyemedikleri "acımak" duygusudur.

Bir kadın yalnızdır aslında.
Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz.
Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır.
O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez.
Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz.
Yalnızlık onun sığınağıdır.
O sığınağa ne zaman gireceğine, ne kadar kalacağına hep kendisi karar verir.
Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.

Bir kadın bilgindir aslında.
Neler yapabileceğini erkek aklI hayal bile edemez.
Yaratıcılığının sınırı yoktur.
Ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler.
Hoyratça harcamaz yaratıcılığını sadece erkeğine saklar.
Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir.
Çünkü yaşamınız asla sıradan olmayacaktır.

Bir kadın hayattır aslında.
Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor.
Yemek yemek, su içmek bile.
Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup
içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz?

Anlıyorsanız ne mutlu size. Anlamıyorsanız, ne yazık ki yaşamıyorsunuz...

Can DÜNDAR

Pazartesi, Şubat 27

Sanal ortam

Bu aralar yazasım olmasa da, sanal alemde bol bol gezinti yapıyorum. Bir arkadaşımın şaka yollu söylediği gibi bloglarımı facebook (ve hatta twitter)'la aldatıyorum bir nevi....

Eh insanın eli gidesi olmayınca yazmaya, güzel yazanlar illa ki çıkıyor karşısına...

Son günlerde okuyup, etkisinde kaldığım iki güzel anlatımı buraya da koymak istedim. Yarın öbür gün ihtiyacım olduğunda yine karşıma çıksınlar diye...

İlki Çemberimde Gül Oya dizisinden bir replikmiş :


‎"...hani, karanlık bir gecede ıssız bir yokuşu tek başına inerken
bir köşeye dönersin de deniz çıkar ya karşına, sonra o denizde bir gemi belirir.
Şıkır şıkır ışıklarla geçip gider
sen sevinirsin, hiç nedensiz ama...
Sonra için kıpırdar ya...
Hani öyle işte...
Seni tanıdığımdan beri bir gemi geçiyor içimden hep..."



İkincisi ise Ceyhun Yılmaz'dan :

Sen; benim adımı bıraktığında dudaklarından, "en güzel" söyleyensin, ama öteside, "sesin de" adımı söylerken daha güzel. Bilesin.

Pazartesi, Şubat 13

Kızsak da, darılsak da...



Bu aralar yazacak hiç bir şey yok sanki...
Aslında yaşadığım öyle çok şey var ki...
Gerek yüzümü güldüren ama en çok canımı sıkan...

Yeterince şükretmiyor muyum diyorum bazen kendi kendime. Acaba, elimdekilerin kıymetini bilmiyor muyum? Neden bu kadar karamsarlık, nedir bu güvensizlik?!...

Yine kendine yükleniyorsun diyeceksiniz biliyorum... Ama... İşin kolayı zaten başkasına yük atmak. Üstüne bir de tam “Ohhh!” çekecekken tekrar “Offf!”ların hayatımıza girmesi...

Elim çok gidiyor klavyeye, aklımdakileri dökmek için. Yine her zamanki gibi kelimeleri bir araya getiremeyip, düzgün cümleler kuramıyorum...

Ah oğlum! Aynayı hep bana tutmak zorunda mısın?
“Bazen birbirimize çok kızıyoruz annecim ama biz çoookkk mutluyuz!” 

Pazartesi, Ocak 30

Bu aralar...

Bu aralar hiç blog yazasım yok bloğumu okuyan...

Bu aralar bu şarkıya taktım.
Hadi! Sen de dinle benimle.

Çarşamba, Ocak 25

Düşünüyorum da...

Düşünüyorum da,
Sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek.
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,
Naif yönlerimizin keşfedilmesi,
Cesaretsizliğimizin anlaşılması,
Korkularımızın paylaşılması
Sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.
Kabuklarımızın altında
Kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız.
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.
İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler.
Kirpiler ve kaplumbağalar gibi.
Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk?
Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize.?
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?
Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak.
Ne çıkar ateşböceği sansalar beni?
Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin
O uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna
El kaldırmaya kıyamaz?
Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi,
Korkaklığımı, sevgi isteğimi
En insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem
Bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup
Bir kuş gibi uçacağım özgürce.
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım
Karşımdakine.
O da çözülecek belki.
Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince.
Oysa bir görebilsek bunu.
Kalmadı böyle insanlar demesek.
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.
Kırılmaktan korkmasak.
İncinsek, yaralansak.
Ne olur bir darbe daha alsak.
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu.
Denesek.
Risk alsak.
Yanılsak.
Fark etmez.
Tekrar tekrar bıkmadan denesek.
Ve kucaklaşsak yeniden.
Tıpkı eskisi gibi.
Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi.
O zaman fark edeceğiz.
Ne kadar özlediğimizi birbirimizi.
Neler biriktirdiğimizi,
Kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi.
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.
Vakit az, paylaşmak, sarılmak için.
Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır.
Yüreği daha fazla küstürmemek lazım.
Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan.
Ve koşullar bir türlü düzelmeyen.
Sevgiye çok ihtiyacımız var.
Ufukta kara bir kış görünüyor.
Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri.
Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı.
Kurtulun bu yükten.
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.
Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri.
Hem hepimiz bir yıldızız.
Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi?

Rabindranath TAGORE

Pazartesi, Ocak 23

Bir yerde hata var!

Tek yapmaya çalıştığım iyi biri olmak...

Ama...
Söyleyecek sözüm, kuracak cümlem bile yok...


Bir yerde hata yapıyorum ama nerede onu bulamıyorum!

Çarşamba, Ocak 18

İç döküntüsü

Burada çok fazla karamsar, çok bunalım bir görüntü çizdiğimi biliyorum. Aslında bunun sebebi buraya sadece sıkıntılı anlarımı yazıyor olmam (yani çoğunlukla).

Çizdiğim bu profile rağmen ben olumsuz biri değilimdir ve hatta aksine ortalıkta sürekli felaket tellallığı yapar gibi dolanan, sürekli onu bunu çekiştiren, her duruma ve her insana sadece olumsuz yönlerinden bakan tiplerden köşe bucak kaçarım. İşyerinde neredeyse sürekli kulaklığım vardır bu yüzden.

Biri bana gelip, gelişmiş olan bir olayla ilgili olumsuz bir şeyler anlatıyorsa, çok samimi söylüyorum onu dinliyormuş gibi yaparım ama bir kulağımdan girer, ötekinden çıkar. Özellikle iş ortamında olumsuzluklardan uzak olmak en mantıklısıdır. Negatif bir enerjiyle bir işyerinde barınmak kadar zor bir durum olamaz herhalde. Fazlasıyla negatif yüklendiğini düşündüğüm bir arkadaşım varsa da onu muhakkak sakinleştirmeye, konuya daha olgun bakmasını sağlamaya çalışırım...



Bunları niye mi yazdım?

İş işte... Bazen çok can sıkıcı olabiliyor! :))))

Perşembe, Ocak 12

Gülsün yüzün!

Günlerdir, haftalardır, aylardır...

Pişmanlıktan, vicdanının rahatsızlığından...
Olabileceklerin korkusundan...
Her zaman hayata tutunma sebebin olan bağları yitirme endişesinden...

Düşürdüğün yüzünü...

Bir umutla kaldırıp tekrar gülümsedin ya!

Çok şükür Allah'ıma!

Seni böyle görmek ne güzel! :)


Cuma, Ocak 6

Nafile!

Geçen gün Ayla’nın mimine yorum olarak
“Mutluluk görmesini bilene!” yazdım...
Ayla’da cevaben
“Bazılarının gözüne de soksan nafile!” demiş kısaca...

Bu ara çok şeyin gözüme gözüme sokulduğunu ama
benim tercihimi görmekten yana kullanmadığımı farkettim...

Yani bir süredir “nafileyim”!


Bunu farkettiğime göre..................................

Artık boşlukları doldurabilirim!?

Çarşamba, Ocak 4

Devekuşu

Son günlerde uykuya fazla düşkünleştim.
Bunda her akşam oğlumu benim uyutuyor olmamın etkisi var olsa da asıl sorunun bu olmadığını içten içe biliyorum aslında...

Biliyorum ki bu...

Bakıp, görmezden gelmek gibi...
Kapıları, pencereleri sıkı sıkı kapatıp, iletişimi kesmek gibi...
Varlığını bildiğin halde, yok farzetmek gibi....
Arkandan kovalayan olmadığı halde, kaçmak gibi...

Aslında bu...
Kafanı kuma gömmek gibi...